KASAS 10 / 14 |
|
10.
Musa'nın annesi kalbi bomboş sabahı etti. Şayet inananlardan olsun diye kalbini
pekiştirmeseydik, az kalsın onu açıklayıverecekti.
11.
Anası, kızkardeşine: "Git, onu izle" dedi. Onlar farkında olmaksızın,
onu uzaktan gözetledi.
12.
Önceden Biz onun süt analarının memesini almamasını sağlamıştık. Bunun üzerine
(kızkardeşi) dedi ki: "Sizin için ona bakacak, hem de ona iyilikte
bulunacak bir aile göstereyim mi?"
13. Biz
onu böylece anasına geri çevirdik ki gözü aydın olup üzülmesin ve gerçekten
Allah'ın vaadinin hak olduğunu da bilsin diye. Fakat onların çoğu bilmezler.
14.
Kıvamına erip olgunlaşınca Biz ona hüküm ve ilim verdik. Biz iyi davrananları
işte böyle mükafatlandırırız.
"Musa'nın annesi
kalbi bomboş sabahı etti" buyruğu hakkında İbn Mes'ud, İbn Abbas, el-Hasen,
Mücahid, İkrime, Katade, ed-Dahhak, Ebu İmran el-Cevni ve Ebu Ubeyde dünyada
Musa dışında hiçbir şey hatırından geçirmeyerek sabahı etti, diye
açıklamışlardır. Yine el-Hasen, İbn İshak ve İbn Zeyd dediler ki; Yüce Allah'ın
kendisine vahyedip de onu denize atmasını emrettiğinde kendisine "korkma
ve üzülme" denildiğini, Müsa'yı kendisine tekrar geri döndürüp onu
peygamberlerden kılacağını taahhüd ettiğini belirtmiş olduğu vahiyden yana
"kalbi bomboş" sabahı etmişti. Şeytan kendisine: Ey Müsa'nın annesi,
sen Firavun'un Müsa'yı öldürmesinden hoşlanmadın, bizzat kendin onu suda
boğdun. Sonra ona Müsa'nın, Firavun'un eline düşmüş olduğu haberi ulaştı ve
böylelikle bu belanın büyüklüğü daha önce Yüce Allah'ın kendisine yaptığı
taahhüdü unutturdu.
Ebu Ubeyde dedi ki: O
Müsa'nın suda boğulmadığını bildiğinden dolayı gam ve kederden yana kalbi
bomboş sabahı etti, demektir. el-Ahfeş de böyle demiştir.
el-Ala b. Zeyd dedi ki:
"Bomboş" yani nefret edici olarak anlamındadır. el-Kisai ise herşeyi
unutmuş ve hiçbir şeyi hatırına getirmeyen, diye açıklamıştır. Kalbi ona
bağlanmış olduğu halde ... diye de açıklanmıştır ki; bunu da Said b. Cübeyr
rivayet etmiştir.
İbnu'l-Kasım, Malik'ten:
"Bomboş" demek aklın gitmesi demektir. Yani Müsa'nın Firavun'un eline
düştüğünü işitince aşırı korku ve dehşetinden dolayı aklı başından gitti. Yüce
Allah'ın: "Kalpleri ise bomboş olacaktır.'' (İbrahim, 43) buyruğu da bu
anlama yakındır. Yani İbrahim Süresi'nde (belirtilen ayetin tefsirinde)
belirtildiği gibi akılları kendilerinde bulunmayarak, bomboş halde ...
demektir. Çünkü kalpler akılların merkezidir. Nitekim Tüce Allah
"Kendileri ile akledecek kalpleri....'' (el-Hac, 46) diye buyurmaktadır:
"bomboş" anlamındaki kelimeyi-: "Korku ve dehşete kapılmış olarak"
diye okuyanların kıraati bu açıklamanın lehine delil teşkil etmektedir.
en-Nehhas der ki: Bu
görüşlerin en sahihi birincisidir. Bu görüşte olanlar Yüce Allah'ın kitabını en
iyi bilenlerdir. Eğer kalbi Musa'yı anmanın dışında herşeyden yana bomboş ise
vahyi de hatırlamıyordu demektir. Ebu Ubeyde'nin kederden yana bomboş
şeklindeki açıklaması ise çirkin bir hatadır, çünkü ondan hemen sonra:
"Şayet inananlardan olsun diye kalbini pekiştirmeseydik, az kalsın onu
açıklayıverecekti" diye buyurmaktadır.
Said b. Cübeyr de İbn Abbas'tan
şöyle dediğini rivayet etmektedir: O neredeyse: Vah oğlumun başına gelenler!
diyecekti.
Fadale b. Ubeyd
el-Ensarı (r.a), Muhammed b. es-Sümeyka, Ebu'l-Aliye ve İbn Muhaysın;
"Korku ve dehşete kapılmış olarak" şeklinde "fe" ve
"ayn" ile; (...): Korku ve dehşete kapılmak"dan gelmiş gibi
okumaktadır. Öldürüleceğinden yana korkuya kapılmıştı, demektir. İbn Abbas ise
"kaf", "ra" ve "ayn" ile; "(...) şeklinde
okumuştur ki bu da cemaatin okuyuşu olan: "Bomboş" kıraatine racidir.
Bundan dolayı üzerinde saç bulunmayan başa (...) denilmiştir, çünkü saçtan yana
bomboştur.
Kutrub, Peygamber
(s.a.v.)'ın ashabından kimisinin elifsiz olarak; (...) diye okuduğunu rivayet
etmiştir. Bu da "heder ve batıl olarak" demeye benzer. "Kanları
kendi aralarında hederdir" demektir. Buna göre de buyruğun anlamı şöyle
olur: Kalbi hiçbir iş görmez olmuş, aklı gitmiş ve başına gelen musibetin
ağırlığından dolayı kalpsiz kalmış gibi oldu.
Yüce Allah'ın;
"Sabahı etti" buyruğu ile ilgili iki türlü açıklama yapılmıştır.
Birincisine göre o Musa'yı geceleyin suya bırakmıştı, gündüzün kalbi bomboş
sabahı etti. İkinci açıklamaya göre; o Musa'yı gündüzün suya bırakmıştı. Burada
"sabahı etti" ise oldu, anlamındadır. Şairin şu beyitinde olduğu
gibi:
"Halifeler o çok
doğru işleri yapıp gittiler, Artık Medine de Velid'in oldu."
"Az kalsın";
"Az kalsın o ... " takdirindedir. Burada zamir hazfedildiğinden ötürü
"nün" da sakin gelmiştir. O halde bu (muhakkak demek olan) muhaffef
(...) dir. Bundan dolayı "Onu açıklayıverecekti" buyruğunun başına
"lam" harfi gelmiş bulunmaktadır. Az kalsın durumunu açığa
çıkaracaktı, demek olup; "Açığa çıktı, çıkar, göründü, görünür"
kökünden gelmektedir.
İbn Abbas dedi ki: Yani
onu suya bıraktığında az kalsın vay benim yavrum, diye feryad edecekti.
es-Süddi dedi ki:
Yavrusu emzirmek ve onu yetiştirmek üzere götürüldüğünde az kalsın o benim
oğlumdur diyecekti.
Şöyle de denilmiştir:
Musa gençlik çağına erişince, herkesin: Firavun oğlu Musa demekte olduğunu
işitti. Bu ona ağır geldi ve bundan dolayı kalbi daraldı. Az kalsın: O benim
oğlumdur deyiverecekti.
Bir başka açıklamaya
göre "onu"daki zamir vahye ait olup ifade: Az kalsın bizim kendisine
Musa'yı ona geri döndüreceğimize dair yaptığımız vahyi açıklayacaktı,
takdirindedir. Ancak birinci açıklama daha kuvvetlidir.
İbn Mes'ud dedi ki: Az
kalsın: Onun anası benim, diyecekti. el-Ferra dedi ki: Bu konuda kalbi daralmış
olduğundan dolayı, az kalsın onun ismini açıklayıverecekti.
"Kalbini
pekiştirmeseydik" buyruğunu, Katade; iman ile, es-Süddi onu korumak
suretiyle ... diye açıklamışlardır. Sabır ile diye de açıklanmıştır. Kalbi
pekiştirmek (rabt) sabır ilham etmek demektir.
"Şayet inananlardan
olsun diye ... " Yüce Allah kendisine: "Biz onu sana
döndüreceğiz" buyruğundaki vaadini tasdik edip, doğrulayanlardan olsun
diye ... demektir.
Yüce Allah burada;
"Onu açıklayıverecekti" diye buyurup da (...) diye buyurmamış olması,
bu gibi sıfat (teaddi, geçiş) harflerinin ifadelerde bazen fazladan ilave
edilmesinden dolayıdır. Mesela; "Halatı aldım" denildiği gibi (be
harfi ziyadesiyle:), (...) de denilebilir. Bunun; "Onun hakkında söz
söyleyip açıklayıverecekti" anlamında olduğu da söylenmiştir.
"Anası,
kızkardeşine: Git onu izle, dedi." Yani Musa'nın annesi, Musa'nın
kızkardeşine: Onun haberini öğrenmek üzere, onun izini takip et, dedi.
Kızkardeşinin adı İmran
kızı Meryem idi. Bu şekilde adı İsa (a.s)'ın annesi Meryem'in adı gibidir. Bunu
es-Süheyli ve es-Sa'lebi zikretmişlerdir. el-Maverdi ise ed-Dahhak'tan adının
Kelseme olduğunu nakletmektedir. es-Süheyli de Külsum demiştir. Bu da ez-Zübeyr
b. Bekkar'ın rivayet ettiği bir hadiste varid olmuştur. Buna göre Rasulullah
(s.a.v.) Hatice (r.anha)'ya şöyle demiştir: "Yüce Allah'ın cennette bana
seninle birlikte İmran kızı Meryem'i, Musa'nın kızkardeşi Külsum'u ve
Firavun'un hanımı Asiye'yi de eş vereceğini biliyor musun?" O: Bunu Allah
mı sana bildirdi diye sorunca, Peygamber: "Evet" diye buyurdu. Bunun
üzerine Hatice: Hayırlı, uğurlu ve bol nesilli olsun, diye dua etti.
"Onlar farkında
olmaksızın" Müsa'yı aldıklarını görünceye kadar nehrin kıyısında
yürüdüğünden dolayı onun kızkardeşi olduğunu farketmeksizin "onu uzaktan
gözetledi." Buradaki; (...)'ın "uzaktan" anlamına geldiğini
Mücahid söylemiştir. "el-ecnebi: yabancı" kelimesi de buradan
gelmektedir. Şair de şöyle demektedir: "Beni Nail'den uzakta tutarak
mahrum etme, Çünkü ben çadırların ortasında bir yabancıyım."
Bunun aslı: "Uzak
yerden ... " şeklindedir. İbn Abbas dedi ki burada "Uzaktan" yan
taraftan anlamındadır. Nitekim en-Numan b. Salim de; "Bir yandan"
diye okumuştur.
Özlemle, şevkle ... diye
de açıklanmıştır. Ebu Amr b. el-A'la'nın naklettiğine göre ise bu Cüzamlıların
bir söyleyişidir. Onlar; "Seni özledim" derler. Bunun, kendisi ondan
uzak kalarak, böylelikle hiçbir şekilde onun annesi olduğunu bilemedikleri
anlamında olduğu da söylenmiştir. Katade dedi ki: Sanki onu istemiyormuşcasına
bir tarafta oturup ona bakmaya koyuldu. O bu buyruğu; "Bir taraftan
kıyıdan, kenardan" diye "cim" harfini üstün, "nun"
harfini de sakin olarak okurdu.
"Önceden Biz onun
süt analarının memesini almamasını sağlamıştık." Annesi ve kızkardeşinin
gelişinden önce onun süt emmesini engellemiştik, demektir.
"Süt
emzirenler" kelimesi (...)'in çoğuludur. çoğul olarak; (...) diye
kullanılırsa, bunun tekili (...)' dan gelir. Bu kelimenin vezni olan (mif'al)
ve zni çokluk anlatmak içindir. Müennes ile müzekkeri birbirinden ayırmak için
de bunun sonuna ayrıca "te" (müenneslik "te"si) girmez.
Çünkü bu iş fiil üzerinde cereyan etmemektedir. Bununla birlikte (...): Çok süt
emziren" denilecek olursa, buradaki "he" (yuvarlak te) mübalağa
içindir. "Çokça çalgı çalan" anlamında; (...) denilmesi gibi.
İbn Abbas dedi ki: Ne
kadar süt anne getirildiyse hiçbirisini kabul etmedi. Buradaki "haram
kılma" (mealde; "almamasını sağlamak") men (engelleme, alıkoyma)
anlamında bir tahrimdir, şer'ı anlamıyla bir tahrim değildir. Şair İmruu'l-Kays
da şöyle demiştir:
"(Deven) beni yere
yıkmak için dönüp durdu, ona vazgeç bu işten, dedim, Çünkü senin beni yıkman,
senin için haramdır (olmayacak bir şeydir.)"
Kızkardeşi durumu
görünce: "Sizin için ona bakacak, hem de ona iyilikte bulunacak bir aile
göstereyim mi?" dedi. Onlar: Nerden biliyorsun, sen onun ailesini biliyor
olabilirsin, dediler. Kızkardeşi: Hayır fakat onlar hükümdarın sevinmesini çok
arzu ederler ve ona süt annelik yapmayı isterler, diye cevap verdi.
es-Süddi ve İbn Cüreyc
dediler ki: O: "Hem de ona iyilikte bulunacak bir aile göstereyim mi"
deyince, ona: Sen bu çocuğun ailesini biliyor olmalısın, haydi onları bize
göster, dediler. O: Ben: Onlar hükümdara iyilikte bulunacaklar demek istemiştim
dedi ve onlara Müsa'nın annesini gösterdi. Onların emriyle Müsa'nın annesine
gidip onu yanlarına getirdi. Firavun ise şefkatinden dolayı bebeği eline almış,
ağlamamasını sağlamaya çalışıyordu. Ancak Müsa ağlayıp süt emmek istiyordu.
Annesi gelince, bebeği ona verdi. Çocuk annesinin kokusunu alınca, memesini
kabul etti.
İbn Zeyd dedi ki:
Kızkardeşi bu sözleri söyleyince, ondan şüphelendiler.
Bu sefer o: Onlar
hükümdara iyilik yapmak isteyen kimselerdir, dedi.
Yine denildiğine göre
kızkardeşi: "Sizin için ona bakacak, hem de ... bir aile göstereyim
mi?" deyince -ki bu arada memesini kabul edecek bir süt anne aramayı
ısrarla sürdürüyorlardı-; Bu kim olabilir? diye sordular. Benim annem, dedi.
Peki sütü var mı? diye sordular. Evet Harun'un sütü var dedi. -Ki Harun
çocukların öldürülmediği yıl dünyaya gelmişti- Bu sefer Allah'a yemin olsun ki
bu doğru söylüyor, dediler.
"Hem de ona
iyilikte bulunacak bir aile" yani bu aile hem şefkatlidir, hem de iyilik
sahibidir.
Rivayete göre Müsa,
annesinin memesini kabul edince, annesine: Bu nasıl oldu da senden başka hiç
kimsenin memesini kabul etmezken senin memeni kabul etti? diye sordular. Şöyle
dedi: Ben kokusu hoş ve sütü güzel bir kadınım. Bana ne kadar çocuk
getirildiyse, hemen hemen benden süt almıştır, diye cevap verdi.
Ebu İmran el-Cevnı dedi
ki: Firavun, Müsa'nın annesine hergün bir dinar veriyordu.
ez-Zemahşeri dedi ki:
Çocuğuna süt emzirdiği için ücret alması onun için nasıl helal oldu, diye
sorarsan, derim ki: O bunu süt emzirme ücreti olarak almıyordu. Bunu mübah
kabul ederek harbi olan bir kimsenin malıdır diye alıyordu.
"Biz onu böylece
anasına geri çevirdik." Bu sırada Yüce Allah düşmanının kalbini ona karşı merhametle
doldurmuştu. Böylece ona verdiğimiz sözü de yerine getirdik. "Ki"
çocuğu dolayısıyla "gözü aydın olup" yavrusundan ayrı düştüğü için
"üzülmesin ve gerçekten Allah'ın vaadinin hak olduğunu bilsin diye."
Bu vaadin mutlaka gerçekleşeceğini bilsin diye. Çünkü o, çocuğunun kendisine
geri döndürülmesinin gerçekleşeceğini biliyordu.
"Fakat onların çoğu
bilmezler." Yani Firavun hanedanının çoğu bilmezler. Bu da şu demektir:
Onlar ilahi takdirden ve kazanın sırrından yana gaflet içindeydiler. Şöyle de
açıklanmıştır: İnsanların çoğu Allah'ın bütün vaadlerinin hak olduğunu
bilmemektedirler.
"Kıvamına erip
olgunlaşınca, Biz ona hüküm ve ilim verdik." Kıvamına ermeye dair
açıklamalar daha önceden el-En'am Süresi'nde (151-153. ayetlerin tefsiri, 11.
başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Rabia ve Malik'in görüşüne göre bu, ergenlik
yaşına ulaşmaktır. Bu hususta yapılmış en kabule şayan açıklama budur. Çünkü
Yüce Allah: "Yetimleri evlilik çağına erdikleri zamana kadar deneyin.
"(en-Nisa, 6) diye buyurmaktadır. İşte bu, kıvamına erişin ilk çağıdır.
Bunun en ileri derecesi ise otuzdört yaşıdır. Bu da Süfyan es-Sevri'nin
görüşüdür.
"Olgunlaşınca"
buyruğu hakkında İbn Abbas kırk yaşına gelince, diye açıklamada bulunmuştur.
Buyruktaki "hüküm" peygamberlikten önceki hikmet anlamındadır. Dinde
fıkıh (derin ve incelikli bilgi) anlamında olduğu da söylenmiştir. Buna dair
açıklamalar daha önceden el-Bakara Süresi'nde (129. ayetin tefsirinde) ve başka
yerlerde geçmiş bulunmaktadır. İlimden kasıt da es-Süddi'nin görüşüne göre kavrayıştır;
nübuvvet olduğu da söylenmiştir. Mücahid fıkıhtır, demiştir. Muhammed b. İshak
ise kendisinin dini ve atalarının dini ile ilgili bilgi demektir. Çünkü
İsrailoğullarından dokuz kişi onun sözlerini dinliyorlar, ona uyuyorlar, onun
etrafında toplanıyorlardı. Bu ise peygamberliğinden önce olmuştu.
"Biz iyi
davrananları işte böyle mükafatlandırırız." Yani Müsa'nın annesi Yüce
Allah'ın emrine teslim olup yavrusunu denize bırakıp Yüce Allah'ın vaadini
tasdik ederek teslimiyet gösterip Biz de annesi emniyet içerisinde olduğu
halde, çocuğunu kendisine çeşitli ikram ve armağanlarla geri çevirdikten sonra,
ona aklı, hikmeti ve nübuvveti vererek mükafatlandırdığımız gibi, ihsan edici,
iyi davranıcı herkesi böylece mükafatlandırırız.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN